-
1 mal
mal1 Großvieh n, Rindvieh nmal2 Eigentum n; Vermögen n; fig Bestandteil m (der Geschichte); ÖKON Ware f; fam Moneten pl, Zaster m; fam Kerl m, Subjekt n; fam Stoff m, Rauschgift n;mal bildirimi Zollerklärung f;mal birliği JUR Gütergemeinschaft f;mal bulmuş gibi in Hochstimmung;mal canın yongasıdır „auch Besitz ist ein Teil der Seele“, (auch Geldverluste sind schmerzlich);mal canlısı habgierig;mal edinmek zu Geld kommen;-i kendine mal etmek sich (D) zu eigen machen; abw nur für sich in Anspruch nehmen;-i … liraya mal mal etmek einen Selbstkostenpreis von … Lira erzielen;mal kaldırmak erwirtschaften;-e mal olmak kosten A, sich belaufen auf;mal sahibi Eigentümer m, -in f;mal sandığı Finanzkasse f;mal yapmak fam Geld machen;malı götürmek Reibach machen;malın gözü übel, nichtsnutzig (Kerl) -
2 mal
Iскоти́на, скот (о крупном рогатом скоте)IIа1) иму́щество, состоя́ние, со́бственность; бога́тство; добро́mal ayrılığı — юр. разде́льность иму́щества (напр. супругов)
2) достоя́ние- ı toplumun malı yapmak — сде́лать достоя́нием о́бщества
3) това́рmal bilgisi — товарове́дение
-
3 mal
"1. property, possession. 2. riches, wealth; assets. 3. goods, merchandise. 4. cattle; horses; water buffaloes. 5. a herd of cattle, horses, or water buffaloes. 6. colloq. scoundrel, bastard: Onun ne mal olduğunu şimdi anladım. I now see what a bastard he really is. 7. slang pretty woman, nice piece of merchandise. 8. slang money, dough. 9. slang goods, stuff (used for legally prohibited goods). - ayrılığı law separation of property (allowing a husband and wife to have separate estates). - beyanı/bildirimi law statement of one´s assets. - birliği law joint ownership of property (by a husband and wife). - bulmuş Mağribi gibi so happy you´d think he had come into a fortune. - canın yongasıdır. proverb If one of your possessions is damaged, you feel as if you yourself have been injured. - canlısı overly fond of money, greedy. - edinmek to acquire property; to acquire wealth. - etmek 1. /ı, a/ to produce (something) at (a stated cost). 2. /ı, a/ to attribute (something) to, ascribe (something) to. 3. /ı, kendine/ to act as if (something) were (one´s) own; to appropriate (something) for (oneself) (when one has no legitimate claim to it). -ın gözü colloq. 1. sly, tricky, shifty. 2. slippery character, tricky number, fox. 3. loose, promiscuous (woman). - kaçırmak to smuggle goods over a border, engage in smuggling. - meydanda. colloq. It´s there for all the world to see. - müdürü see malmüdürü. - mülk goods, property. - mülk sahibi rich person. - olmak /a/ 1. (for something) to cost (someone) (a certain amount). 2. to cost (someone his life): İçki hayatına mal oldu. Drink was the death of him. 3. (for something) to be accepted by, be taken up by; to capture the mind of. - varlığı law worldly possessions/goods, estate. - yapmak to accumulate wealth. " -
4 cost
mal olmak; degerinde olmak, etmek, yapmak; maliyet hesaplamak,fiyat; deger, paha; masraf, maliyet; mahkeme harci -
5 faire
Iv t1 fabriquer yapmak2 mesurer ölçüm değeri◊Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.
◊Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.
3 égaler eder [e'deɾ]◊Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.
4 exécuter bir şey yapmak5 effectuer meşgul olmak◊Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
6 accomplir gerçekleştirmek7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak8 neden olmak◊Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.
◊Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.
♦ cela ne fait rien bir şey değil9 avoir comme aspect yapmak10 davranış [davɾa'nɯʃ]11 exprimer ifade etmek12 yol almak◊Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.
IIv iyapmak, etmek◊Il a bien fait. — İyi etti.
◊Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.
v imperszaman veya iklim gösterir◊Il fait nuit. — Gece oldu.
◊Il fait beau. — Hava güzel.
IVv auxcauser (suivi d'un inf.) neden olmak◊Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.
-
6 machen
1. v/t <h> (tun) yapmak; (herstellen) imal etmek; (verursachen) -e yol açmak; Essen hazırlamak; (in Ordnung bringen) düzeltmek; (reparieren) tamir etmek; (ausmachen, betragen) etmek; Prüfung -e girmek, (bestehen) kazanmak; Reise, Ausflug -e çıkmak, gitmek;etwas machen aus (D) bş-i bş yapmak;jemanden zum Abteilungsleiter machen b-ni bölüm şefi yapmak;gut gemacht! iyi yaptın(ız)!, iyi oldu!;Hausaufgaben machen ev ödevi yapmak;da(gegen) kann man nichts machen yapılacak bir şey yok;mach, was du willst! istediğini yap!;machs gut! hoşça kal, eyvallah;(das) macht nichts fark etmez;mach dir nichts d(a)raus! buna aldırış etme;sich etwas machen aus (für wichtig halten) bş-i önemsemek; (mögen) bş-den hoşlanmak;sich nichts machen aus (für unwichtig halten) bş-i önemsememek; (nicht mögen) bş-den hoşlanmamak2. v/r: sich machen gelişmek, olmak;fam wie macht sich der Neue? yeni adam nasıl?;sich an die Arbeit machen işe girişmek;sich an etwas machen bş-e girişmek3. v/i fam mach, dass du fortkommst! toz olmaya bak!;das lässt sich machen bu mümkün, yapıl(abil)ir -
7 ziehen
ziehen <zieht, zog, gezogen> ['tsi:ən]I vt1) ( allgemein) çekmek (an -den); ( zerren) çekmek, sürüklemek; ( Anhänger) çekmek; ( dehnen) uzatmak;jdn am Ärmel \ziehen birini kolundan çekmek;jdn auf seine Seite \ziehen birini kendinden yana çekmek;alle Blicke/die Aufmerksamkeit auf sich \ziehen herkesin bakışını/dikkatini üstüne çekmek;etw ins Komische/Lächerliche \ziehen bir şeyi komikleştirmek/gülünçleştirmek;Saiten auf ein Instrument \ziehen bir çalgıya tel takmak;der Honig zieht Fäden bal iplik iplik oluyorZigaretten \ziehen (otomattan) sigara çekmek;Fäden \ziehen iplikleri çekmek [o almak];einen Vorteil aus etw \ziehen dat, bir şeyden çıkar sağlamak3) (heran\ziehen) çekmek (an/auf -e/-e);das Boot ans Ufer \ziehen tekneyi kıyıya çekmek;mich zieht überhaupt nichts nach Schweden İsveç beni hiç çekmiyor;es zieht mich nach Hause/in die Ferne canım eve/uzaklara gitmek istiyor4) ( Linie) çekmek;7) math almak;die Wurzel aus einer Zahl \ziehen bir sayının karekökünü almak8) ( im Kartenspiel) çekmekein gezogener Wechsel keşide edilmiş bir poliçeWein auf Flaschen \ziehen şarabı şişelere doldurmakII vi1) a. auto çekmek;das Auto/der Kamin zieht gut ( fam) araba/baca iyi çekiyor;er zog an seiner Pfeife piposunu tüttürdü;lass mich mal \ziehen ( an der Zigarette) bırak bir fırt çekeyimich ziehe nach Aachen Aachen'e taşınıyorum;sie \ziehen aufs Land şehrin dışına taşınıyor3) sein ( gehen, wandern) gitmek (zu/nach -e/-e); ( durchqueren) geçmek ( durch -den); ( Vögel) göç etmek;in den Krieg \ziehen savaşa gitmek;die Jahre zogen ins Land aradan yıllar geçti;4) ( im Spiel) sürmek, hamle yapmak;mit dem Turm \ziehen kaleyi sürmek5) ( Tee) demlenmek;den Tee zwei bis drei Minuten \ziehen lassen çayı iki üç dakika demlemek [o demlendirmek]das zieht bei mir nicht bu bana sökmez;dieser Trick zieht immer bu oyun her zaman söker7) ( schmerzen) sızlamakIII vrsich \ziehendieses Thema zieht sich durch das ganze Buch bu konu bütün kitap boyunca uzar gider2) (sich ver\ziehen) çekilmekes zieht! cereyan [o kurander] yapıyor! -
8 saboter
-
9 fence
n. çit, parmaklık, engel, eskrim, çalıntı mal satıcısı————————v. çit ile çevirmek, korumak, savunmak, çalıntı mal satmak, eskrim yapmak, kaçamak cevap vermek* * *1. doğru yanıt vermekten kaçın (v.) 2. çit (n.)* * *I 1. [fens] noun(a line of wooden or metal posts joined by wood, wire etc to stop people, animals etc moving on to or off a piece of land: The garden was surrounded by a wooden fence.) çit tahta, perde, parmaklık2. verb(to enclose (an area of land) with a fence eg to prevent people, animals etc from getting in: We fenced off the field.) (etrafını) çitle çevirmek- fencingII [fens] verb1) (to fight with (blunted) swords as a sport.) eskrim yapmak2) (to avoid answering questions: He fenced with me for half an hour before I got the truth.) kaçamak cevap vermek•- fencing -
10 tomber
v i1 chuter düşmek2 düşmek3 devenir olmak4 laisser tomber fam terketmek5 tomber sur qqn, qqch biriyle karşılaşmak6 se calmer düşmek◊Le vent tombe. — Rüzgâr düştü.
7 à telle date -e raslamak◊Noël tombe un mardi cette année. — Noel bayramı bu yıl Salı gününe rastlıyor.
8 tomber bien / mal kötü zamanda gelmek◊Tu tombes mal, je dois partir. — Kötü zamanda geliyorsun, gitmem gerek.
9 assaillir -a raslamak10 yapmak, olmak, bulunmak -
11 добро
iyilik,hayır; mal,mal mülk,eşya* * *I с1) iyilik, hayır (- yrı)де́лать добро́ — iyilik yapmak / etmek, hayır işlemek / etmek
ве́рить в добро́ — iyiliğe inanmak
жела́ть добра́ кому-л. — birinin iyiliğini istemek
борьба́ добра́ со злом — iyinin kötü ile mücadelesi
••помина́ть добро́м (умершего) — hayırla anmak
(э́то) не к добру́ — iyiye / hayra alamet değil
IIтако́го добра́ нам не на́до — ирон. bu cavalacoza ihtiyacımız yok
1) частица, прост. peki; hayhay2) в соч., → союздобро́ б(ы) не знал, а то ведь зна́ет — bilmese iş değişir, biliyor ama
••добро́ пожа́ловать! — hoş geldin(iz)!
-
12 plug
n. priz, tıpa, tıkaç, fiş [elek.], buji, yangın musluğu, sifon kolu, dolgu, çiğneme tütünü, silindir şapka, satılmayan mal, vuruş, yaşlı at, yumruk, sahte para, reklâm (radyo)————————v. tıkamak, tıpalamak, dolgu yapmak, reklâmını yapmak (radyo), vurmak, yumruk atmak, ateş etmek, harıl harıl çalışmak, tıkaç* * *1. tıkaç 2. fişe tak (v.) 3. tapa (n.) 4. tıka (v.) 5. fiş (n.)* * *1. noun1) (a device for putting into a mains socket in order to allow an electric current to flow through the appliance to which it is attached by cable: She changed the plug on the electric kettle.) elektrik fişi2) (an object shaped for fitting into the hole in a bath or sink to prevent the water from running away, or a piece of material for blocking any hole.) tapa2. verb(to block (a hole) by putting a plug in it: He plugged the hole in the window with a piece of newspaper.) tıkamak- plug in -
13 smuggle
v. kaçakçılık yapmak, gümrükten mal kaçırmak, gizlice çıkarmak, gizlice sokmak (mektup vb.)* * *kaçakçılık yap* * *1) (to bring (goods) into, or send them out from, a country illegally, or without paying duty: He was caught smuggling (several thousand cigarettes through the Customs).) kaçakçılık yapmak2) (to send or take secretly: I smuggled some food out of the kitchen.) kaçırmak•- smuggler- smuggling -
14 stock up
stoklamak, istiflemek, stok yapmak, mal bulundurmak* * *depola* * *(to accumulate a supply of (something): The boys were stocking up on/with chocolate and lemonade for their walk.) biriktirmek, stok yapmak -
15 rutschen
rutschen ['rʊtʃən]vi seinrutsch doch mal ein Stückchen! bir parça kaysana!;sie rutschte auf ihrem Stuhl hin und her sandalyesi üstünde ileri geri kayıp durdu3) (herunter\rutschen) kaymak; ( Erdmassen) kaymak;ins R\rutschen kommen kaymaya başlamak; ( Auto) patinaj yapmak -
16 Spaß
1. ( Scherz) şaka, latife;\Spaß machen şaka yapmak;( keinen) \Spaß verstehen şaka kaldır(ma) mak, şakadan anla(ma) mak, latife götür(me) mek;\Spaß beiseite şaka bir yana;aus [o im] \Spaß şakadan, şakacıktan, şaka olarak;da hört bei mir der \Spaß auf ( fam) burada benim için işin şakası makası kalmaz;über den \Spaß gehen ( fam) şaka iken kaka olmak\Spaß machen eğlenceli olmak;jdm den \Spaß verderben birinin keyfini kaçırmak;viel \Spaß! bol eğlenceler!;das war ein teurer \Spaß ( fam) bu iş pahalıya oturdu [o mal oldu] -
17 mettre
v t1 placer koymak♦ mettre à part ayırmak♦ mettre de coté kenara koymak2 eklemek3 un vêtement giymek4 du temps vakit koymak♦ mettre du temps à faire qqch bir şeyi yavaş yapmak5 allumer çalıştırmak6 changer l'état de qqn birini değiştirmek -
18 merchandise
n. mal, satılık eşya————————v. alışveriş etmek, ticaret yapmak* * *1. ticaret eşyası 2. satın al (v.) 3. mal (n.)* * *(goods to be bought and sold: This store sells merchandise from all over the world.) mal -
19 revenir
v i1 dönmek◊Il n'est pas revenu. — Dönmedi.
2 dönmek◊Je reviens dans un instant. — Biraz sonra dönüyorum.
3 apparaître à nouveau yeniden görünmek◊Le soleil revient. — Güneş yeniden görünüyor.
4 à la mémoire de hatırlamak◊Son nom me revient. — Adını hatırlıyorum şimdi.
a bir konuya dönmek◊Je voudrais revenir sur un point. — Bir noktaya yeniden dönmek istiyorum.
b tersini yapmak6 revenir sur ses pas geri dönmek7 revenir à qqch bir şeye yeniden dönmek◊Revenons à notre sujet. — Konumuza dönelim.
8 être égal aynı değerde olmak◊Cela revient au même. — Bu aynı şey demektir.
9 -(y)e mal olmak◊Le voyage nous est revenu à 800 euros. — Yolculuk bize 800 euroya mal oldu.
10 faire revenir qqch yağda öldürmek11 revenir à qqn birinin olmak◊Cet argent lui revient. — Bu para onun hakkı.
-
20 контрабанда
kaçak mal* * *ж1) kaçakçılıkзанима́ться контраба́ндой — kaçakçılık yapmak
2) собир. ( предметы) kaçak eşya / mal
См. также в других словарях:
mal yapmak — servet sahibi olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
mal — is., Ar. māl 1) Bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü Mal vardı, mülk vardı. At vardı, araba vardı. Ö. Seyfettin 2) Büyükbaş hayvan Boz atlar yağız değildi, artık; mallar erimiş,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
İ'MAL — Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
deve yapmak — başkasının malını kendine mal etmek Onu soyup soğana çevirecek, babasından kalan evleri, dükkânları birtakım maceralar yüzünden deve yapacaktı. O. C. Kaygılı … Çağatay Osmanlı Sözlük
ara — is. 1) İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe 2) İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla 3) Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi Öğrenciyle öğretmenin arasının daima iyi … Çağatay Osmanlı Sözlük
bilmek — nsz, ir 1) Bir şeyi anlamış veya öğrenmiş bulunmak Bu adam, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye sezen bambaşka bir insandır. H. Taner 2) i Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak Yani kısacası … Çağatay Osmanlı Sözlük
kakalamak — 1. i 1) Kakmak Kakalamaktan parmak uçları delik deşik terzi çırakları, kalfalar... A. İlhan 2) Sürekli çekiştirmek, itmek, kakıp durmak 3) mec. Alışverişte aldatmak, kötü mal satmak, kazıklamak 2. nsz Kaka yapmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
madde — is., Ar. mādde 1) Duyularla algılanabilen nesne 2) Bir cismi oluşturan öge, öz Cam yapmak için silisli maddeler kullanılır. 3) Yasa, sözleşme, antlaşma vb. metinlerde, her biri başlı başına bir yargı getiren ve çoğu kez rakamla belirtilen bölüm… … Çağatay Osmanlı Sözlük
proje — is., Fr. projet 1) Tasarlanmış şey, tasarı Babamın İstanbul seferi projesi kız kardeşimle bana değil, anneme de ciddi görünüyordu. Y. K. Karaosmanoğlu 2) Değişik alanlarda önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, kurum ve… … Çağatay Osmanlı Sözlük
zengin etmek — çok mal ve para sahibi yapmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
FİKR-İ İNFİRADÎ — Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık. (Bak: Himmet … Yeni Lügat Türkçe Sözlük